Gerçeğin yarısını söylemek yalan söylemişlik sayılmaz, ama gerçeğin diğer yarısına ne demeli? Yalan söylemişlik olmaz….
Yalan söylememişlik de olmaz….
Dürüstlük hiç olmaz….
Peki ne olur?
Samimiyetsizlik mi?
Korumacılık mı?
Saklanma mı?
İşine geldiği kadar mı?
Yoksa işine gelmediği yere kadar mı?
O kadar çok sebebi olabilir ki….
Düşünün,
en basit bir olayın bile sadece yarısını bildiğimizde ki tepkimizle,
tamamını bildiğimizde ki tepkimiz arasında ki o kocaman farkı….
Gerçekleri bilmek bizi her zaman mutlu edecek mi?
Bazen evet, bazen hayır.
Başkalarına, neden her şeyi söylemedin diye kızarken, suçlarken, küserken….
Acaba kendimiz kaç tane gerçeğin tamamını söyledik?
Yarısını
söylediğimiz gerçeklerdeki savunmamız ise; karşımızdaki insanı mutlu
etmek, sadece duymak istediğini kadarını söylemek, onu üzmemek,
korumak, “ben sana anlatmıştım ya haberin vardı senin de” diyebilmek
olabilir.
Peki, gerçeğin can alıcı esas yarısı için ne diyebiliriz, onu neden anlatmamışızdır?
İşte
burada insanın egosu devreye giriyor sanırım. Belki bencil olmak,
saklanmak, belki gerçekten de karşındaki insanı korumak veya gerçekteki
insanı karşındaki insandan korumak, üzmemek, belki kıskançlık, belki
kendinde de bir şeylerin kalmasını istemek, bazen kötü niyet, bazen
dürüst olmamak, bazen de korkmak. Bunları o kadar çok sıralayabiliriz
ki….
Sonuç…
Sonuç yok….
Şimdi aklıma Bülent Ortaçgil şarkılarından biri takıldı “bilmeli mi, bilmemeli mi/ yoksa hiç öğrenmemeli mi?/….”
Her zaman sizi mutlu edecek gerçeklerle karşılaşmanız umuduyla…